GüncelMakaleler

SÖYLEŞİ | “Kuzey ve Doğu-Suriye’de, Halep ve İdlib’de savaş yoğunlaşarak devam ediyor!”

"Türk Ordusu yoğun teknik ve hava gücüne dayanarak belli bir alan hakimiyeti sağlayabilir ancak öz-savunma güçleri ve halkın görkemli direnişiyle bu sürecin ne hedefledikleri kadar hızlı ne de planladıkları gibi kolay olmayacağını belirtmek gerekir."

Rojava Gündemi Editörü Sinan Yılmaz ile bölgedeki son gelişmeleri irdeleyen bir söyleşi bir söyleşi yaptık.

– Kuzey ve Doğu Suriye’de oldukça önemli gelişmeler yaşanıyor. TC devleti olası işgal bölgelerine askeri yığınağını sürdürürken, Şam hükümeti güçleri de Türkiye’ye karşı savaşacağını ifade ediyor.

Rusya ise sahada oldukça hareketli. Ve tüm bunların yanısıra QSD de savaşın eskisi gibi olmayacağını dile getiriyor. Sahadaki son durum nedir?

– Öncelikle bir yanılsamayı düzeltmek gerekiyor. Bölgeyi uzaktan izleyen herkes, olası bir işgal saldırısına hazırlık yapıldığını belirtiyor ancak bu durum gerçeğin yalnızca bir kısmı. Çünkü Türk devletinin yeni işgal saldırıları için hazırlıklar sürmekle birlikte şu an Kuzey ve Doğu-Suriye’de ayrıca Halep ve İdlib’de savaş yoğunlaşarak devam ediyor.

Rojava için konuşacak olursak; Til-Temir, Eyn İsa ve Şehba’da savaşın düzeyi gözle görülür biçimde yükseldi, işgal altında bulunan Efrin, Gıre Spi ve Serekaniye’de de askeri eylemler yoğunlaştı. Bu bakımdan “acaba savaş çıkacak mı?” sorusu yanlış bir sorudur. Halihazırda QSD-YPG güçleri, Suriye rejimi, Rusya, işgalci Türk devleti ve ona bağlı çeteler son günlerde daha fazla şiddetlenen bir savaşın içerisindedir.

Peki Rojava’ya ve Suriye’ye baktığımız zaman sahada ne görüyoruz? Bu soruyu işgalci Türk devletinin pozisyonunu tarif ederek başlayalım. Şu an işgalci Türk devletinin, işgal alanlarını genişletmek için yürüttüğü saldırgan siyaset ve diplomasi, askeri olarak sahada karşılığını buluyor. Olası işgal bölgeleri olarak tartışılan Şehba, Til Rıfat, Menbıc, Kobane ve Eyn İsa’nın çevresinde işgalci Türk ordusu ve ona bağlı çetelerin hem sayı hem de askeri teçhizat olarak yoğunlaştırılmış bir sevkiyatı söz konusu. Ancak belirtmek gerekir ki, sahada işler Türkiye’nin istediği gibi gitmiyor. Özellikle İdlib’te ve yeni bir gelişme olarak Bab-Aze-Cerablus bölgesinde Türkiye’nin askeri varlığına yönelik eylemler artarak sürüyor. Çoğu zaman sahiplenilmeyen bu eylemlerin faili şüphesiz ki, Rusya ve Şam ittifakıdır.

Bu konuda belirtmek gerekir ki; Suriye rejimi artık Türkiye’nin işgalci bir güç olduğunu daha açıktan dile getiriyor. Kesin olarak söyleyebiliriz ki, sıcak askeri savaş ihtimali dahil, Rusya ve Suriye rejimi, başta İdlib olmak üzere Türkiye’nin askeri varlığını hedef almaya devam edecektir. Bu karşı karşıya geliş, olası anlaşmalara tamamen engel değil ancak bu kuvvetlerin Türkiye’yi orta ve uzun vadede sahanın dışına atmak istedikleri kesin.

Yine sahada görüyoruz ki, İran’a bağlı milisler, Halep’in kuzeyindeki askeri varlığını artırıyor. Hem Suriye rejimi hem de İran, içerisinde büyük füzelerinin yer aldığı ağır silahlarını sınır bölgelerine tahkim ediyor. Türkiye’nin Rusya’dan onay almadığı bir işgal saldırısında bu güçler karşı karşıya gelecektir. Yine bu kapsamda söylemek gerekir ki, Suriye rejimi ve İran da Türkiye’ye izin verilmemesi için Rusya’yı sıkıştırıyor.

Olası işgal saldırısı için ABD’nin sahadaki tutumuna gelecek olursak. ABD, Fırat’ın batısında askeri bir güç değil ve yalnızca siyasi ağırlığıyla bu denklemde yer almaktadır. Bu bağlamda ABD, olası bir işgal saldırısını istemediğini Rusya’ya iletmiştir. Rusya ise Kuzey ve Doğu Suriye topraklarındaki askeri noktalarına tahkimat yapmış, yine Rojava’nın bilgisi dahilinde Qamışlo’dan Kobane’ye kadar Suriye rejimi ile askeri tatbikatlar gerçekleştirmiştir. Siyasi diplomasiye göre sahadaki durum değişebilir ancak mevcut durum Türkiye için elverişli değildir.

Elbette ki bu durum, Rojava’nın devrimci güçleri için bir avantajdır. Mao’nun deyimiyle söylersek okun ucu sivriltilmiştir ve tek bir düşmana yönelmektedir. QSD ve YPG’de yeni bir işgal saldırısına karşı hazırlıklarını tamamlamıştır. Devrim güçleri olası bir işgal saldırısını Rojava’nın tümden özgürleşeceği bir savaşın başlangıcı olarak kabul ediyor. Sahadaki çelişkiler, böylesi bir durma uygun.

Geçtiğimiz günlerde yoğun bir diplomasi trafiği oldu. Erdoğan-Biden görüşmesinin yanısıra Şam-Moskova ve Şam-Ankara arasında da görüşmeler gerçekleşti? Rojava bu görüşmelerin neresinde duruyor? Ayrıca Türk devleti istediğini alabildi mi?

– Son süreçte yoğun bir diplomasi trafiği yaşandı ve bu süreç henüz tamamlanmış değil. Ancak şunu söylemek mümkün ki, şu ana kadar istediğini alamayan taraf Türkiye’dir. Eğer Türkiye’nin olası işgal saldırılarına yeşil ışık yakılsaydı, adı geçen bölgelerde yoğun bir savaş çoktan başlamış olurdu. Savaşın, psikolojik harp boyutunu çoktan başlatmış olan Türk devletinin, büyük iddialarına rağmen hala bekleme pozisyonunda kalması buna işarettir.

Erdoğan-Biden görüşmesinde de bu durum açıkça yansıdı. Türk devleti yeni bir işgal operasyonuna izin almak için gittiği görüşmeden, ABD’nin nasihatlarını dinleyerek ayrıldı. Rusya ise NATO ve ABD ile topyekun bir karşı karşıya gelişi tercih etmediği için temkinli davranmayı sürdürüyor. Ayrıca Suriye rejiminin de geçmişe oranla daha katı bir tutum sergilediğini söyleyebiliriz.

Ancak Rusya ve Türkiye arasındaki pazarlık henüz bitmiş değil. Türkiye masaya İdlib kartını sürerek Kobane’yi almak istiyor. Rusya ise İdlib’ten çıkan Türkiye’nin Suriye’de uzun süre tutunamayacağını görüyor. Ancak bu olasılık, Rusya’nın Kobane için bir çırpıda onay vereceği olarak okunmamalıdır. Rusya sahada inisiyatifi en yüksek taraftır ve Türkiye ile “eşit koşullarda” masaya asla oturmaz.

Ancak Rusya, Rojava Devrimi’nin kazanımlarını törpüleyerek Suriye rejimi ile uzlaştırmak için her yola başvuracaktır. Rojava’nın darbe alması ve mevcut dengelerin topyekun değişmemesi karşılığında sınırlı bir operasyon için tartışmalar sürüyor. Bu seçeneğe Rusya’da şu an için ikna olmadığı gibi, Suriye rejimi de ikna edilmiş değil.

Bunun anlamı şudur ki, Türkiye masada kazanan tarafta yer almıyor. Sahadaki saldırmaya hazır görüntüsü masada elini güçlendirmek içindir. Ayrıca Rojava devrim güçleri de yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyor. Bu diplomaside ABD ve Rusya öne çıkıyor. Ve tüm bu emperyalist güçler, Rojava Devrimi’ni boğmak, siyaseten devrimci özünü tasfiye etmek için bekliyorlar. Bu yüzden devrimin kazanımlarını askeri ve siyasi olarak korumak için çok yönlü bir mücadele yürütmek gerekiyor.

 

“AKP-MHP milliyetçi kesimleri konsolide edecek!”

– Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin son açıklamalarına baktığımızda, sorunun çözüm adresi olarak Şam’la diyalog daha fazla öne çıkartılıyor. Şam ve Rojava arasındaki ilişkiler nasıl? İşgal saldırılarına karşı olası bir ittifak mümkün mü?

– Rojava Devrimi, Suriye iç savaşı koşullarında gerçekleşti. Devrimin öncüleri Suriye krizinin ilk günlerden bugüne dek ısrarla savundukları çözüm programında sorunun Suriyeli taraflar arasında çözülmesi gerektiğini savundu ve sıklıkla vurgulandığı gibi meselenin çözümünün odaklandığı yer, Suriye’nin demokratikleştirilmesidir. Elbette Rojava, egemenler tarafından 4 parçaya bölünmüş Kürdistan’ın bir parçasıdır ve kaderi diğer parçaların kaderiyle aynıdır. Yine Rojava, bölge devriminin başlangıç noktasıdır. Ama şu anki güncel çözüm projesi, Suriye’nin demokratikleştirilmesi ve Özerk Yönetim’in kabul edilmesi ile birlikte doğacak yeni bir sistemdir.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ilan edildiğinden beri Şam hükümetine birçok çağrı yaparak sorunun çözümü noktasında programını deklare etti. Şam hükümeti ise, Özerk Yönetim’i tanımayarak ya da bazı dönemlerde “ayrılıkçı güç” olarak tanımlayarak inkarcı çizgiyi sürdürdü. Hatta önceki dönemlerde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı savaş tehditleri dile getirildi.

Son dönemde ise bilindiği gibi bizzat Beşar Esad tarafından yapılan “adem-i merkeziyetçilik” açıklaması “Durumun savaştan önceki haline dönmesini beklemiyoruz” vurgusu yeni tartışmaları doğurdu. Yapılan karşılıklı açıklamalara rağmen görünen tabloda Özerk Yönetim ve Şam hükümeti arasında sorunların çözümü için bir mekanizmanın kurulmuş olduğu görünmüyor. Özerk Yönetim’in açıklama ve beyanlarına rağmen Şam hükümeti henüz somut bir adım atmış değil.

Bu bakımdan Rusya da şu ana kadar Şam ile Özerk Yönetim’in diyaloğunun başlaması için ciddi bir baskı oluşturmadı. Rusya ve Suriye rejimi ittifakı, Rojava’nın etkisizleştirileceği bir projeyi hayata geçirmek istiyor.

Yine vurgulamak gerekir ki, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik işgal saldırılarına karşı Şam hükümetinin fiili bir direnişi şu ana kadar gerçekleşmedi. Aksine Şam, bugüne kadarki işgal saldırılarını kendisi için bir fırsat olarak gördü. Zaten Şam hükümeti iç savaştan bu yana kadar ülke içinde oluşan çete gruplarına karşı mücadelede tamamen muzaffer sayılamaz.

Ancak Türk devleti bu sefer Suriye rejiminin bulunduğu bölgeleri de hedef alıyor. Sahada bu güçler arasında çatışma şiddetleniyor. Suriye ve Rusya, İdlib başta olmak üzere Türkiye’yi sahadan çıkarmak için askeri ve siyasi eylemini artıracaktır. Ancak Suriye rejimi, Rusya’dan icazet almadan Türk devleti ile kapsamlı bir şekilde karşı karşıya gelemez. Bunun için dengelerin biraz daha değişmesi gerekiyor. Şu an için olası bir işgal girişimine karşı Özerk Yönetim ve Şam hükümetinin ortak bir askeri çizgi izleyeceğine dair elde pek bir veri yok. Ama bir koordinasyonun ve bilgi alışverişi mekanizmalarının kurulması olasıdır. Çünkü işgalci güçler her iki tarafı da hedef almakta ve işgal kalıcı kılınmaya çalışılmaktadır.

Rusya’nın Türkiye’ye İdlib’in boşaltılması karşılığında Kobane’yi teklif ettiği söyleniyor. Böylesi bir durumda Rojava’nın tepkisi ve Rusya ile ilişkiler nasıl olur?

– Geçmişte Rusya ve ABD, Türk devletine onay verdi ve Cerablus, Efrîn ve Serêkaniyê-Girê Spî işgalleri bu onayın ardından gerçekleşti. Rusya başından beri Şam hükümetini destekledi ve bu ajandasını her şart altında uyguluyor. Haliyle Rusya’nın alacağı kararların Şam hükümeti lehine olacağını görmek ama buna rağmen Türk devleti ile kurdukları ekonomik ve politik ilişkileri gözeteceğini de hesaba katmak gerekir.

Suriye’de devam eden savaş noktasında Rusya’nın önceliğinin İdlib olduğu biliniyor. Türk devletine bağlı gruplar uzun yıllardır bu bölgeleri işgal altında tutuyor ve Şam hükümeti ile çatışma halindeler. Birçok alandan çıkarılan çetelerin ve ailelerin toplandığı İdlib’in Şam denetimine geçmesi bir dönemin sonu olacaktır. Bunu bilen Türk devleti ve çeteler burada tutunmaya ve pazarlıkta koz yükseltmeye devam ediyor.

Rusya’nın Türk devletinden İdlib’i boşaltmalarını istediği açıklansa da hangi pazarlıklar ile tartışıldığı net değil. Türk devletinin ve bağlı grupların işgal ettikleri yerlerde ciddi savaş suçları işlediği ve demografik değişimleri örgütledikleri hesaba katılırsa Türk devletine yeni bir işgal için onay vermek pek akıl kârı değil. Geçmişte verilen işgal onaylarında da hesaplar İdlib üzerinde dönmüştü ve Türk devleti oradaki işgali devam ettirmeye kararlı görünüyor.

Bu bölgedeki her gelişmede Rusya, İran, Suriye Rejimi ve hatta ABD’nin etkisi vardır. Ancak Rojava Özerk Yönetimi’nin ve QSD’nin de egemenlerin dışında halkçı-devrimci bir güç olarak var olduğu unutulmamalıdır. QSD, Askeri Meclisler ve Özerk Yönetim yaptığı açıklamalarda geçmiş savaşlardan önemli dersler çıkarıldığını, Til Rifat, Minbic ve Kobanê olmak üzere yapılacak herhangi bir işgal saldırısına karşı direnileceği vurgusu öne çıkmaktadır. Özerk Yönetim ve QSD özgücüne güvenmektedir ve tek dayanağı halkların özsavunmasıdır.

Olası bir işgal saldırısının Türkiye halkına yansıması nasıl olur? AKP-MHP ittifakı bu savaşı kazanabilir mi?

– AKP-MHP ittifakı, 2015’ten bu yana en zorlu dönemini yaşıyor. Türkiye halkları hayat pahalılığı, işsizlik ile her geçen gün yoksullaşıyor. Milyonlarca ücretli çalışan, açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürmeye mahkum ediliyor.

Demokrasi, özgürlük ve adalet talepleriyle sokağa çıkan, demokratik hakları için mücadele eden bütün toplumsal dinamikler yoğun polis şiddeti, gözaltı ve tutuklama saldırıyla karşı karşıya kalmaktadır. AKP-MHP faşist ittifakını desteklemeyen bütün muhalifler kesimler “terörist” olarak nitelendirilerek baskı ve şiddet politikasını meşrulaştırmak isteniyor.

Bir bütün olarak baktığımızda iktidar, toplumsal meşruiyetini yitirmeye başlamıştır. Bu geriliminin önünü almak ve yeniden toplumu konsolide edebilmek için yeni bir işgal saldırısını son dönemlerde tekrar gündeme alınması bu gelişmelerle doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Buradaki bir diğer amacı ise Özerk Yönetim bölgelerini işgal ederek, yeraltı-yerüstü kaynaklarını yağmalamak, bölgenin demografik yapısını değiştirerek ve yeni Osmanlıcı hayallerini gerçekleştirmektir.

Ayrıca görülüyor ki olası bir işgal saldırısı ile AKP-MHP faşist ittifakı kendi kitlesi başta olmak üzere milliyetçi kesimleri konsolide ederek ekonomik ve toplumsal sorunların basıncını azaltmaya yönelecek, “milli birlik ve beraberlik” demagojisi ile muhalefeti de kendisine yedeklemeyi hedefleyecektir. Bir diğer ihtimal ise fiili bir savaş durumuyla seçimlere gerek duyulmaksızın sürecin yönetilmesidir. Fakat gerçek şu ki, AKP-MHP faşist ittifakı, olası bir işgal saldırısından kolay bir zaferle çıkamayacaktır.

Türk Ordusu, Efrin ve Serekaniye-Gri Spi işgal saldırılarında bütün teknik ve hava gücüne rağmen QSD güçlerinin direnişi karşısında zorlanmıştır. Bu savaşlardan gerekli dersleri çıkartan öz savunma güçleri, olası bir işgal saldırısı karşısında yenilenen askeri teknik ve taktikleriyle yeniden yapılandırmıştır. Türk Ordusu yoğun teknik ve hava gücüne dayanarak belli bir alan hakimiyeti sağlayabilir ancak öz-savunma güçleri ve halkın görkemli direnişiyle bu sürecin ne hedefledikleri kadar hızlı ne de planladıkları gibi kolay olmayacağını belirtmek gerekir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu