Makaleler

“Tarihte bazen yirmi yılda bir gün geçer…

“Tarihte bazen yirmi yılda bir gün geçer. Bazen de bir günde yirmi yıl.” (Karl Marks)

Taksim Gezi Parkı Ayaklanması karşısında devletin temsilcisi AKP’nin ve başbakanın takındığı tutum, devletin gerçekliğini, faşist niteliğini göstermesi bakımından da önemli bir yer tutmaktadır. Meydanlara, sokaklara çıkarak çeşitli sorun ve taleplerle ilgili AKP ve başbakan şahsında cisimleşen devlet politikalarına karşı biriken öfkelerini, tepkilerini dile getiren halkın farklı kesimlerine yoğun bir devlet şiddeti uygulanması sonucu insanlar ağır yaralanmış, çeşitli organlarını ve hayatlarını kaybetmiştir.

O derece yoğun bir şiddet uygulanmıştır ki hızını alamayan polis evlerin içine bilerek gaz bombaları atmış, önüne gelen ve yakaladığı her insana öldüresiye şiddet uygulamıştır. Tepkiler üzerine Tayyip “polisi yedirtmeyiz” diyerek yapılanlara sahip çıkıp birinci dereceden sorumlu olduğunu da göstermiştir.

Bütün bunlara karşı, yoğun şiddete rağmen halk daha kararlıca sokaklarda meydanlarda direnerek hiçbir şeyin halkın gücü ve mücadelesinin daha güçlü olmadığını ortaya koymuş, devlet geri adım atarak Taksim’den çekilmiş, on yıllardır miting vb. gösterilere kapatılmış olan Kızılay Meydanını geçici de olsa eylemlere açmak zorunda kalmışlardır.

Devletin başbakanı Tayyip Erdoğan daha başından meydana çıkanlara her zamanki gibi üst perdeden esip gürlemiş, hakaret etmiş “siz ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik” diyerek sözü üstüne söz istemediğini, tanımadığını ilan etmiş, daha sonra ise çıtayı yükselterek eylem yapanları çapulcu ilan etmiş, “yüzde elliyi zor tutuyorum” diyerek tehdit savurmuş ve ardından üç günlük yurtdışı gezisine gitmiş, oralarda da çeşitli protestolarla karşılaşmıştır.

Esad’ı vs. diktatörlükle, halkına zulmetmekle suçlayan Tayyip, onlardan bir farkı olmadığının bu eylemler vesilesiyle de görülmesi ve dile getirilmesinden büyük rahatsızlık duymuş, “Esad Tayyip” unvanını kendine yakıştıramamıştır!

Tayyip yurtdışındayken devletin meydanlarda kaybettiği inisiyatifi kazanmak için A. Gül ve Arınç kolları sıvamış, çeşitli yol ve yöntemlerle hareketi zayıflatmaya, çözmeye girişmişlerdir. Daha dün zincirlerinden boşanmışçasına şiddet uygulayan devlet değilmiş gibi devletin bu papazlarının kitlelere sağduyu ve şiddetten uzak durma, Gezi Parkındaki kitleye provokatörleri aralarında barındırmama yönlü çağrıları ile kapıkulu medyasının aynı yöndeki propagandaları etkili olmuş, devlet şiddetine karşı sergilenen direniş ve şiddet neredeyse lanetlenir olmuştur.

Devlet bu tür propagandalarla kitle arasında ayrışma yaratarak hareketi zayıflatmayı ve uyguladığı şiddeti perdelemeyi amaçlamış, inisiyatifi yeniden ele almak için zaman kazanmış, güçlerini hareketi boğma planı doğrultusunda motive etmiş, konumlandırmış ve yapacağı müdahale-saldırı için kamuoyunu ikna etmeye ve destek olmaya yönletmiştir.

Devletin başbakanı ülkeye döner dönmez kendisini havaalanında karşılayan güruha yaptığı konuşmada aynı tavrını sürdürmüş, balkon konuşması bekleyenlere “yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” sloganından duyduğu memnuniyetle karşılık vermiştir. Bu arada kendisine yönelik küfürlerden rahatsız olan Tayyip’in, topladığı kitlesinin eylemcilere ve destek verenlere dönük küfürleri karşısında aynı rahatsızlığı duymamış olması da şaşırtıcı değildir.

taksim dayanışma geziDaha başından eylemi, hareketi devletin güçlenmesini istemeyen, iç ve dış güçlerin işi, darbecilerin vb. hükümeti devrime girişimi olarak lekelemeye, meşruiyetini gölgelemeye çalışan Tayyip ve onunla aynı kafada olanlar bunların inandırıcılı3ğının olmadığını görerek en sonunda işi “faiz lobisi”ne havale edip kucağında büyüdüğü bu sermayenin üzerinden halkı aldatmaya, yedeklemeye, yüksek faizden canı yanan kesimleri etrafında toplamaya yönelmiştir.

Devleti temsilen AKP ve başbakanın izlediği politika bazı kesimler nezdinde anlaşılır görülmemekte, demokratik refleks ve normlarla bağdaştırılmamakta, balkon konuşması duasına çıkılarak gerçeklerden ne kadar kopuk olunduğunu göstermektedirler. Tayyip de her seferinde dualarına gök gürültüsüyle yanıt vererek iradelerini, iyice silikleştirmektedir.

TC devletinin başbakanının böylesine pervasız olması kuşkusuz hem ulusal ve uluslararası sermayenin desteği hem de seçimlerde oyların çoğunluğunu almasından ileri geliyor. Dolayısıyla arkasına aldığı bu destek AKP ve başkanına hem egemen sınıfların, emperyalist sermayenin çıkarlarına uygun politikaları hayata geçirmede güçlü bir irade sağlıyor hem de mevcut olanaklarla kitleleri yedekleyebiliyor. Karşısındaki diğer faşist partilerin ciddi bir varlık gösteremediği biliniyor.

Bugüne kadar Kürt ulusal hareketi dışında devrimci, ilerici güçlerin de ciddi bir varlık gösterememesi hükümete geniş bir alanda dilediği gibi ataerkil koşturma fırsatı sunuyordu. Kendisinin esas kitlesini oluşturan İslamcı-muhafazakar kesimi ilgilendiren, onların maddi ve manevi dünyalarında önemli bir yer tutan meseleleri her daim canlı tutarak ama gerçek anlamda sorunlarını da çözmeyerek karşılarına her çıkan, çıkarılan engelde bu kesimin hassasiyetlerine oynayarak onları harekete geçirmek üzere hazır tutmakta ve bunda başarılı da olmaktadır.

Alkol yasası, köprü adının Yavuz Sultan Selim konulması, ayyaş söylemi, camide işçi içildiği, eylemler sırasında sokakta türbanlı kadınların sürüklendiği vb. söylemler bu kesimin reflekslerini canlı tutma ve bir tehdit paranoyası altında kendisinden uzaklaşmasının önünü alma taktiğidir.

taksim gezi istiklal Taksim’de başlayarak diğer illere de yayılan isyan karşısında aynı tavrı takınmış, buna ilaveten “faiz lobisi”ni işe dahil ederek tehdit algısını genişletmiştir. Faiz lobisi diye suçlanan gölge 11 yıllık hükümeti boyunca Tayyip’i ihya eden, olağanüstü büyüklükteki cari açığı yönetebilir kılan sıcak para, daha tam bir ifadeyle finans sermayeden başkası değildir.

Para hareketleri ve faizlerle halkımızın kanını, canını bu sermayeye peşkeş çeken Tayyip için finans sermayenin tehdit, düşman olması düşünülemez. Tayyip’i kudurgan kılan sermaye çıkışlarıyla birlikte istikrarsızlığın büyüyecek olmasıdır. Fakat finans sermayenin bağımlı ülkeleri terk etmeye başlayıp emperyalist karargahlara yol alacağı (bknz Partizan 80) biliniyordu. Amerikan Merkez Bankası (FED) faizleri

yükseltmeye başlamasıyla birçok yarı-sömürgede aynı zamanda sermaye çıkışı yaşandı. Türkiye de bunlardan biriydi. Kısacası faiz lobisi söylemleri büyük bir korkuyu açığa vuruyor aslında.

Şimdi Tayyip bu korkuyu yönetiyor, yönlendiriyor. Suçluyu şimdiden ilan etmesi bundandır. Yüksek faiz kredi vb. ihtiyacı olan özellikle küçük ve milli burjuvaziyi kötü etkileyen bir gelişme olduğu için Türkiye’de ezici çoğunluğu oluşturan bu sınıflar tarafından büyük bir tepki çekmektedir.

Tayyip eylemlerin altında, arkasında faiz lobisinin olduğunu propaganda ederek bu sınıfları eylemlere karşı pozisyon almaya, destek verenleri de desteklerini çekmeye yöneltmektedir. Diğer yandan finans sermayenin çekilmesi nedeniyle ekonomiye dolayısıyla hükümete yansıması kaçınılmaz olumsuz sonuçlarına da hükümet tepki duymakta ve bunu bir taşla birçok kuş vurarak fırsata çevirmek istemektedir.

Eylemlerin sona ermesi için Tayyip’ten gerginliği düşürecek açıklamalar bekleyenler her seferinde tırmandıracak şekilde açıklamalar yapmasına anlam verememektedir. Oysa Tayyip egemen sınıfların sözcüsü olarak devleti temsil ettiğinin bilincindedir. Meydanlara çıkanların kendisi ve AKP şahsında devlete başkaldırdığının çok iyi farkındadır. Eylemlerin pek çok ile yayılması ve devletin güçlerine dolayısıyla kendisine meydan okuyan militan karakteri nedeniyle devlet için tahammül edilebilir gibi değildir.

taksim gezi ülke Bu hareketin aynı sertlikte ezilmesi hem sarsılan devletin prestijini ve gücünü gösterme hem de bundan sonra benzer hareketlere kalkışacaklara bir gözdağı verme anlamı taşımaktadır. Tayyip bu bilinçle refleksler geliştirmekte, kaybedilen prestiji, moral ve inisiyatifi kazanmanın kendileri için ne kadar önemli olduğunu görerek dev mitingler yapmaya girişmektedir.

Böylece tutamıyoruz dediği yüzde dilimini motive edecek, safları sıklaştıracak, kitlesini yenilgi-eziklik psikolojisi ve pozisyonundan çıkararak hem kendileri üzerindeki baskıyı hafifletmiş hem de eylemde olan kitlenin üzerinde baskı kurmuş olacaktır. Tayyip ve AKP tarafından böyle bir kitlenin yedeklenmiş olması bu büyük kitlenin devlete eklemlenmesi, enerjinin devlete akıtılması anlamına da gelir.

Bu da egemenler için hiç de fena olmayan bir kazanç demektir. Halkı bu şekilde karşı karşıya getirerek, tehdit ve baskı oluşturarak geri çekilmeye, dolayısıyla kendileri üzerinden devlete yönelen öfkeyi, eylemleri böyle ötelemeye, söndürmeye çalışmaktadır.

Devletin kararlılığını, gücünü çapulculara göstermenin sarsılan devlet otoritesi-prestiji bakımından önemini İstanbul valisi de 11.06.2103 tarihinde yaptığı açıklama ile kavradığını göstermiştir.

Marjinal, illegal dediği devrimcilere, komünistlere karşı adeta bir başka devlete savaş ilan eder gibi “devletin gücünü marjinal gruplar üzerinde göstermek, ezmek” yönünde acziyetlerini gösteren açıklamalar yapmıştır.

Her fırsatta devletin güçlü olduğundan dem vurup “marjinal, illegal” örgütler karşısında adeta savaş tedbirleri almak zorunda kalması, devrimci kitlelerin gücü karşısında devletin kağıttan kaplan olduğunun kendileri tarafından ilan edilmesinden başka bir şey değildir. Devletin bu tutumlarının nedeni halkın devrimci öfke ve mücadelesidir.

taksim geziiDevlet aldığı bütün tedbirlere ve uyguladığı yoğun şiddete rağmen hareketin niteliğini ortadan kaldıramayınca hareketi içinden parçalamaya, çözmeye girişmiştir. Önce temsil gücü olmayan ve tartışmalı kişileri muhatap alarak ve kitle tarafından kabul görmeyen referandum gibi taktikleri devreye sokmuş, bunun hem tepki çekmesi hem de yeterince karşılık bulmaması üzerine temsil sorunu daha az tartışılır kişilerin oluşturduğu heyetlerle görüşülmüştür.

Kitlelerin demokratik taleplerine karşı hükümet şahsında sergilenen tutum faşist devletin en çıplak halini temsil etmektedir. Devlet AKP eliyle on yıldan fazladır halkı zapturapt altına almış, ezilen ulus, cinsiyet ve inançların demokratik taleplerinin, haklarının köküne kibrit suyu dökmüştür.

Taşları bağlamak, köpekleri salmak deyiminde olduğu gibi AKP arkasına aldığı güç ve kendisine avantaj sunan mevcut durumdan yararlanarak dizginsiz bir sömürü, ezme ve yönetme politikasını temsil ettiği yerli ve yabancı sermayenin, sınıfların çıkarları doğrultusunda hayata geçirmiştir.

Bütün bunlar karşısında kitlelerde biriken öfke Gezi Park’ında takınılan tutum üzerinden patlamış ve yayılmıştır. Eylemlerin bu derece yaygınlaşması toplumda biriken öfkenin düzeyini göstermektedir.

Hareketin kendiliğindenciliğinin bir dezavantaj oluşturduğu v egemen sınıflara bu hareketi bastırmada avantajlar sunduğu kadar Türkiye tarihinde kendine özgü özellikleri ve yaşandığı dönem itibariyle önemi nedeniyle özel bir yer tuttuğu da açıktır.

Demokratik bileşimi ve karakteri ile beraber açığa çıkardığı potansiyel, olanak ve deneyimlerin mücadele hazinesine bir kazanım olarak yazıldığına, yazılacağına kuşku yoktur. Hareketin sadece olumlu yanlarını görüp olumsuzluklarını, eksikliklerini görmezden gelmek doğru bir sonuç çıkarmanın da önünde engeldir.

21. yüzyılı isyanların yüzyılı diye tanımlayan burjuva ideologlara yanılmadıklarını görmenin mutluluğunu ezilen kitleler yaşatacaktır! (Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishane’den Tutsak Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu