EmekMakaleler

MAKALE | Türkiye ekonomisi yine mayın tarlası

Kitleler bugün sosyal adaletsizliğin, yağma ve talanın, baskı ve sömürünün pençesinde kıvranırken, egemen sistemin fay hatlarında ciddi bir birikimin patlamaya hazır olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

31 Mart seçimlerinin ardından AKP’nin yaşadığı kayıp ve gerileme, emekçi sınıfların biriken hoşnutsuzluğunu gözler önüne sermektedir.

Kitleler bugün sosyal adaletsizliğin, yağma ve talanın, baskı ve sömürünün pençesinde kıvranırken, egemen sistemin fay hatlarında ciddi bir birikimin patlamaya hazır olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Tüm bu gerçekliğin temelinde ise ülkedeki ekonomik durum ve bunun geniş yığınların gündelik hayatı üzerindeki etkiler belirleyici olmaktadır. Bu nedenle AKP gibi, neo-liberal iktisada secde ederek iktidarda kalmayı beceren bir partinin ekonomi politikasını, ülke ekonomisini sürüklediği koşulları tartışmak, yarının politik verisini elde etmek adına gerekli olmaktadır.

Bu temelde son süreçte yaşanan gelişmelerin, yapılan kimi açıklamaların ve AKP’nin yapmayı planladığı kimi “icraat”ların özel anlamını tartışmak, devletin emekçi kitlelerin üzerine yıktığı enkazı tariflemek açısından gereklidir.

Enflasyon rakamları alarm seviyesinde

Geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası tarafından açıklanan enflasyon rakamları ve 25 Nisan tarihli Para Politikası Kurulu toplantısında faiz oranlarını 24.5 de sabit tutma kararı aslında bahse konu kriz halini tariflemek için önemli veriler sunmaktadır.

İlk olarak Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya tarafından yapılan açıklama, ne kadar doğru rakamlar olduğunu bir kenara bırakırsak, yıllık bazda enflasyon öngörüsünü %!4,6, gıda fiyatları enflasyonunu ise 3 puan artışla %16 olarak vermektedir. Güncel enflasyon rakamı ise %19 düzeylerindedir.

Rakamların ve açıklamanın iyimserliği bir kenara, geçtiğimiz yıldan devrolan ve TL’deki hızlı değer kaybı ve buna paralel döviz fiyatlarının yükselişinin sonuçlarıdır, bu rakamlar. Burada irdelenmesi gereken nokta, krize kaynaklık eden ekonomik ele alış ve AKP’nin bu noktadaki görüntüsüdür.

Bu görüntüyü içeriklendiren ilk unsur, AKP’li yıllarla birlikte radikalleşen üretimde dışa bağımlılıktır. Hammadde yahut yarı mamul maddelerde ithal girdi oranının neredeyse %70’leri bulduğu koşullarda, sermayenin döviz borçlarını çeviremez hale gelmesi, fiyatlar genel düzeyini yükselten unsurların başında gelmektedir.

Bu konuda Sabancı Holding CEO’su Mehmet Göçmen’in bir toplantıda yaptığı “Sermayesiz iş yapılan bir ortamda, değer yaratılmayan alanlarda da yatırım yapıldıysa bugün yaşadığımız sorunların yaşanıyor olması kaçınılmazdır. Türkiye’de özel sektörün yabancı borçlarının ihracatı karşılama oranı yüzde 185. Yani yaptığımız ihracattan yüzde 85 daha fazla yabancı para cinsinden özel sektörün borcu var” sözleri bu noktada gayet açıklayıcıdır.

Görüntüyü içeriklendiren diğer unsur ise, TL’nin yaşadığı değer kaybıdır. Bu kaybın siyasi ve politik gerekçelerini bir kenara bırakırsak ortada AKP’nin balon gibi şişirdiği ekonomi gerçekliği ile karşı karşıya kalmaktayız. AKP’li yıllarla beraber ülke ekonomisinin tamamı sıcak para akışına ve üretken olmayan sektörlerin teşvikine endekslenmesi gelinen aşamada tükenme/tıkanma eşiğini çoktan aşmış, dış yatırım durma noktasına gelmiştir.

Bu tablo yüksek cari açık ve yüksek işsizlikle birleşerek ekonomide resesyon sinyalleri vermesine vesile olmakta, bu da Türkiye’nin yatırım görüntüsünü negatif etkilemektedir.

Yani, ekonomik pratiğin sonuçları ülke ekonomisini kaynaksız bırakmakta, bu da daha yoğun bir kaynaksızlığa vesile olmaktadır. bu sonuçlar uluslararası kredilendirilme kuruluşlarının kredi notu açılamalarına da  yansımakta, son olarak geçtiğimiz günlerde Ficth Türkiye’nin kredi notunu B(-) olarak vermektedir.

Faiz politikası kıskacı

Bu tablodaki paradoksu ise faiz politikası daha net biçimde göstermektedir. En son 25 Nisan günü gerçekleşen Para Politikası Kurulu toplantısının ardından faiz oranının %24,5 de sabit tutulması, üstelik geçtiğimiz açıklamalarda “gerektiği durumda faiz artırımına gidilebileceği” söyleminin açıklama metninden çıkartılması faiz indirimine gidilebileceğine yorumlanmakta, bu da uluslararası yatırımcıyı tedirgin etmekte ve TL’de değer kaybını arttırmaktadır.

Buradaki paradoks şudur ki, normal şartlar altında ülkede piyasayı canlandırmak için faiz indirimi gerekli bir enstrümandır. Faiz indirimi borçlanma maliyetlerini düşürecek, bu da burjuvazinin üretim ve ticaret koşullarını iyileştirecektir.

Gel gelelim, dış kaynak ihtiyacının yüksek boyutlarda olduğu Türkiye ekonomisinde, siyasal risklerle birlikte, faiz indirimine gidilmesi sıcak para akışının kesilmesini sağlar ki, bu da ekonomik yıkımı hızlandıran bir unsur haline gelir. Eğer faiz artırımına gidilmiş olsa idi, bu da AKP’nin yaslandığı egemen  sınıfların borçlanma maliyetlerini arttıracaktı ki, bu da ancak daha fazla firmanın iş yapamaz hale gelmesi ve batma eşiğine gelmesi anlamına gelecekti.

Emekçilere daha fazla sömürü, daha fazla hak gaspı

Üstte özetlediğimiz şekli ile aslında ortada olan sonuç, AKP’nin çıkış yollarını kapatan ve atabileceği muhtemel her adımın, hangi yöne olduğu fark etmeksizin,  yıkıcı sonuçlar doğuracağı bir tabloya işaret etmektedir.

Tüm bu koşullarda ise egemen sistem krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmaya çalışmakta, sistemin ihtiyaç duyduğu her şey en geniş yığınlardan sağlanmaya çalışılmaktadır. Son süreçte zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) dayatmaları ile fon yaratılma çabasının da, emekçilerin kazanılmış hakkı olan Kıdem Tazminatına saldırılmasının da alt metninde bu yatmaktadır.

Ki zaten hali hazırda var olan kriz, emekçi sınıfların gündelik hayatlarına çoktan kara bulut gibi çökmüştür. İşsizler ordusuna 1 milyon yeni insan eklenmiş, istihdamdaki bu gerileme dar tanımlı işsizlik oranını %10,8’den 14,7’ye; geniş tanımlı işsizlik oranını ise %22,1’e yükseltmiştir.

Yaklaşık 10 Milyon emekçinin asgari ücret aldığı coğrafyamızda, yapılan zamların enflasyon altında ezilmesi, yaklaşık 13 Milyon emeklinin 1200 TL civarı maaş alması, kamu işçilerinin %4 gibi komik bir zamma mahkum edilmeleri madalyonun karanlık yüzünü göstermektedir.

Böylesi koşullarda AKP’nin pratik icraatları ise yeni zamlar, ek vergilendirmeler yaparak krizin faturasını emekçilere kesmek, çalışma hayatının kazanılmış haklarını gasp ederek, BES dayatmalarında bulunarak patronların krizini emekçilerden çaldıkları ile fonlamaya yönelmektir.

Toparlarsak eğer, Erdoğan’ın ve ekonomiyi emanet ettiği damadının “dengelenme”, “iyileşme eğilimi” palavralarının ötesinde bugün TC ekonomisi tam bir kıskaç içerisindedir. Döviz rezervlerindeki gerilemeden, Likidite sıkıntısına, TL’ye yönelik Uluslararası ilgisizlikten borçlanma maliyetlerinin yüksekliğine kadar bir sürü veri, ülke ekonomisinin gidişinin şarampole yuvarlanmak üzere olduğunu göstermektedir.

Bu tablonun yakın bir gelecekte emekçileri daha fazla sıkıntıya düşürmek, krizin sonuçları ile daha fazla yüzleştirmek, hayatlarını daha zor koşullara hapsetmek dışında üreteceği bir seçenek yoktur.

Bu yatağın emekçilerin öfkesinin örgütlendiği bir mevziye dönüşmesi, tüm karabulutu ortadan kaldıracak tek seçenektir ve bu ihtimal 31 Mart seçim sonuçları ile Erdoğan’ın yüzüne vurmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu